Kayıtlar

keyfimin kahyası

Resim
kirden yağ bağlamış simsiyah paltosu, elinde sigarasıyla durakta bekleyenlere kendi şovunu yapıyor. koca koca otobüslerin önüne kendini atıyor. dur diyor. eliyle işaret ediyor trafik polisiymiş gibi. çık diyor sonra yine eliyle gel işareti yaparak. ayağında çamurla karışmış tokyoya benzer bir ayakkabı. kırmızı bluzu, futbol topundan hallice göbeğini zar zor kapatmış. durakta bekleyen bizlere tek kişilik gösterisini yapıyor. sizi diyor oğlum sayıyla mı verdiler bana? otobüslere mi yoksa şoförlere mi sitem ettiği belli olmadan. don kişot misali durağın önünde, otobüslere teğet dikiliyor. otobüslerin kendisini sıyırırcasına geçmesine aldırmıyor. bir cesaret gösterisinden çok. meydan okuma bu. hayata karşı. kim bilir neyi istedi de vermedi hayat ona da!

pazar

Resim
hafta sonları iki posta da çıkıyorum dışarı. sabahları sadece yürüyorum 4 bazen beş altı bin adım. öğleden sonra da parkta emekli amcalar ve köpekleriyle oturuyorum. günlerim böyle sıradan ve yavan geçiyor.

beklerken

Resim
kahvenin kırk yıl hatrı varmış. çaycıyım ben ezelden beri. dolayısıyla çayın hatrı ben de büyük. heleki böyle şahane çayların hatrı çok daha büyük.. ulvi ve samet ani kararla buluşalım dediler. üsküdar’da fotoğraf peşinde koşup yorulduktan sonra zor oldu benim için. ama başka vakit uyduramadık. bir de mühim haberler var deyince samet, tamam demiş oldum. aslında meraklı kedi değilimdir. ama söz çıktı bir kere ağızdan. tüm yorgunluğuma rağmen üstelik iki saat erken geldim. yazarak okuyarak çay içerek vakit geçiriyorum. gelmelerine yarım saat var daha. her zamanki garsonumuz da ortalıklarda yok. sessiz, tepkisiz kendi halinde türkmen kardeşimiz. sordum çayçıya, bugün okulu varmış ondan yokmuş. sevindim. alışmıştık çünkü. düşündüm. ne çabuk alışıp bir bağ kuruyoruz hemen. yedi kat yabancı da olsa sanki aileden, meclisten biriymiş gibi ilk yok oluşunda önce göz sonra gönül arıyor. hayat tuhaf, alışkanlıklar falan.,

beyaz giyme

Resim
gaye su akyol’un sesi diyorum doktor; bir içim su. bir içim.. gaye su akyol - beyaz giyme .

yorgun savaşçı

Resim
bir denizin karadan çekilmesi gibi geri çekiliyorum insanlardan. en yakınımdan, en uzağıma. dayatmalardan, mecburiyetlerden. çünkü yoruyorlar beni, yoruyorum kendimi. bir cambaz nasıl duruyorsa ipin üstünde dengede. öyle durmak istiyorum ben de hayatta. lakin bu belirsizlikler, bir öyleler bir böyleler fena döndürüyor başımı. bir kamplumbağanın başı gibi yavaş yavaş çekiliyorum kendi içime. herkesin yarası derinde kendine özgü kendine büyük. feridun ağbi haklı. “kimse, kimsenin her şeyi olamaz.” bence de. ilaveten; kimse kimseyi o kimse istemedikten sonra iyileştiremez.   çünkü insanız.  çünkü benciliz.  çünkü melek değiliz hiçbirimiz. masum da! hem ne diyordu emrah serbes paramparça hikayesinin bir yerinde; “trajik hatamız. kendimizle ilgilendik. başka bir şeyle ilgilenmiyoruz artık” evet böyle…

gece, melek ve bizim çocuklar

Resim
lütfi kırdar diyorlar buraya. eğitimci ve araştırmacı bir hastaneymiş. bu gece ama tuhaf. sessiz. karanlık ve hüzünlü bir yaşam var acil ve çevresinde. girenler. çıkanlar. herkes sessizce işini yapıyor. gündüz vakti olan kalabalık, karışıklık ve telaş ve temaşa yok. sanki gece ile gündüz farkını anlatıyor bu hali. herkes kaderine razı biçimde kimi uykulu kimi düşünceli koridorlara dağılmış durumda. hissedilir derece ortama çöken ağır bir hüzün, sözsüz yazısız bir kaderdaşlık anlaşması, teklifsiz yardım yarışı hakim. koridorda yankılanan eyvallah sağolasınlar, geçmiş olsunlar. sonra sağlam insanı hasta eden o ağır ilaç kokusu. kendinden daha kötü olana bakıp içten ve gizlice çekilen şükürler. allah şifa versinler. sağlık gibisi yoklar. ve daha nice temenniler. niyazlar. isyanlar. sessiz çığlıklar. hepsi bir gecede. hepsi bilmem kaç bin metrekarelik alanda. hepsi gerçek. hepsi boş dünyanın yalan tantanası. zengin ve yoksul ayrımın en keskin bıçak yarası. adamı olanlarla adamı olmayanları

eylül

Resim
haftalar sonra yağmur. hissedilir derecede düşen sıcaklık. işte benim eylülüm bu. aslanım benim!