Kayıtlar

Haziran, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

öpçe sadi

Resim
ben kucağımda asılı duran kitapla öpçe sadi’ye üzülürken bembeyaz bir martı gibi süzülen devasa bir uçak büyük gürültüyle üzerimden geçti. güneybatı yönünde giden uçağın varış noktası hakkında tahmin yürütmeye çalışırken kulağımda anlamını bilmediğim hüzünlü bir şarkının çaldığına da o vakit uyandım.  peki öpçe sadi kimdi? altı yıl aradan sonra yeniden okuduğum mustafa çiftçi’nin bozkırda 66 kitabının üçüncü hikayesinin baş karakteriydi. çiftçi’nin handan yeşili’de güzeldi ama ensesi sararmış adamlar hikayesi farklı vurdu beni. öyleki  eşinin ölümünden sonra toparlayamayan profesör namı diğer çıbık haydar ölecek diye beklerken küt diye çocukluk arkadaşı taksici sadi gitti. hem de ne gidiş. kursağa bir yumru bırakıp göz pınarlarını dolduran bir gidiş. oysa çok az kitap, çok az yazılı hikaye beni bu denli etkilemiştir. filmlerdeki görsellik sayesinde duygulanma eşiğim daha düşüktür. ama çiftçi’nin bu hikayesi. dedim ya farklı vurdu beni.  yıllar sonra bir araya gelen iki eski arkadaş; ta

bayram tebriği

Resim
  "mübarek, daha yaşınız genç. neden işten ayrıldınız?" dedi bayram tebriğime yine içtenlikli bayram temennisi ekledikten hemen sonra. ama ben 'diyemedim' zafer peker gibi! üstadım, içi de dışı da beni yakar. sadece gülümsemekle yetindim.. .  altı yıldır tanışırız kendisiyle. ayrıldığım şirketin danışmanıdır. benden de bir kaç yaş büyüktür. yüz yüze bir kez görüşebildik. mesafe yüzünden işlerimizi hep telefonla hallettik. sık sık görüşmelerimiz neticesindeki kanaatim; son derece beyefendi, işinde olduğu gibi cemiyet hayatında da bilgili ve görgülü insan olduğu. muadillerininki gibi kibri ve ukalalığı yoktur meslektaşlarına karşı. hakeza, bilmediği konularda da  günümüz insanının kolaycılığına kaçıp hallederiz, yaparız demeden ben bir araştırıp size döneyim der. ve sözünü de tutar. mutlaka geri bildirimde bulunur. son tahlilde; hala her konuşmamızda bana, bu işten ayrılma mevzuunda tatlı tatlı sitemlerini iletir. bense sadece şartlar denen vahim şeyi öne sürerim. yorg

ner'de o eski bayram yazıları

Resim
bugün doğru dürüst bir işin ucundan tutmadım. ama çok acayip yoruldum. sonra tuttum eski bayram yazılarımı okudum. en beğendiğim ise şu oldu ; bayram demişken eski günleri özlüyorum. bayramdan bir hafta-on gün önce şehrin en işlek meydanlarına kurulan tebrik kartı stantlarını mesela. sonra bayram kurbansa koçlu, ramazansa şekerli yahut manzaralı kartlar alıp en içten dileklerimizle kutladığımız yakınlarımızın bayramını sağlıklı ve mutlu geçirmesini temenni etmeyi çok özledim. 

kimlik siyaseti

Resim
dün film izlemek için girdiğim mubi bir anket dayadı burnuma. normalde uğraşmazdım. ama bedava sirke baldan tatlıdır hesabı ucunda bir yıllık beleş mubi üyeliği olunca üşenmedim. cevapladım soruları. soruların birinde “filmler kimliğimi yansıtıyor” mealinde bir önerme ve peşinde de papatya falı gibi uzayan, kesin katılıyorum, katılıyorum kararsızım katılmıyorum hiç katılmıyorum seçenekleri vardı. ben tabi ki katılmıyordum. tamam film izlemeyi seviyordum. lakin hayatımın mütemmimcüzlerinden değildi. olsa da olurdu olmasa da. iki üç ay film izlemeden durabilirdim mesela. ama ve fakat 2-3 saat müziksiz duramazdım. dolayısıyla sanat üzerinden bir “kimlik siyaseti yapılacaksa” kendimi tanımlamak için müziği tercih ederdim. ve her ne kadar kimlik kartımla atalarım doğum bölgesi olarak karadeniz’in yüksek rakımlarını gösterse de ruhumun bir parçasının balkan coğrafyasında olduğundan eminim. dolayısıyla en hareketlisinde bile bir tutamına rastlamanın mümkün olduğu balkan şarkılarındaki hüzün i

olağan şüpheliler

Resim
üçüncü kupa çayımı balkonda içtim. emrah serbes’in peron 17 isimli fantastik öyküsünü de orada okuyup kitabı kapadım. akabinde geçtiğimiz gün kapanış haberini üzüntüyle öğrendiğimiz parşömen edebiyat’ın feedly'de biriken yazılarına baktım. kum beji isimli güzel sayılabilecek bir hikayeyi yarım bıraktım. sonra durdum öyle. oturduğumdan beri her rüzgar esişinde burnuma çalınan ıslak bez kokusunun kaynağını aramaya başladım. sağımda, kapının dibinde duran paspas olağan ve baş şüpheliydi. lakin balkonun en ölü noktasındaydı ve rüzgarın oraya ulaşıp bumerang etkisiyle tekrar bana gelmesi fizik kurallarına da hayatın olağan akışına da aykırıydı. dolayısıyla balkon askılığındaki ikincil şüphelilere, sabah asılmış bir kaç çamaşıra odaklandım. fakat onlarda yeni üstelik en pahalı deterjanla yıkanmışlardı. peki o zaman bu koku nereden geliyordu. solumdan. iki daire arasındaki apartman boşluğundan. peki ya bu çürümüşlük hissi?

başlarken

Resim
bir söyleşide dinlemiştim. haldun taner, ferhan şensoy'a; "nasıl ki bir bakkal, bir kasap yahut pastacı her sabah erkenden dükkanını açıyorsa mesleği yazarlık olan benim de dükkanımı açıp her sabah bir şeyler yazmam gerek " demiş. her gün ya da her sabah yazmak. ne olduğuna bakmadan, belki düşünmeden mantık süzgecinden geçirmeden belli bir konuda ya da konu olmadan, az çok demeden, beğenilme kaygısı gütmeden, şarkı ya da fotoğraf ekleme telaşına düşmeden sadece devrik cümlelerim ve ben. tıpkı şu an yaptığım gibi aklıma ilk üşüşenleri herhangi bir sansürden geçirmeden  adını ömer edip cansever'in alev ebüziya'ya yazdığı mektupların kitaplaşmış toplamından alan bu bloga yazmak. kişisel tarihime not düşmek. bazen kendi doğrularımı bulmak belki bir gün geri dönüp okumak için her gün. her sabah. yahut aklıma gelen her vakit yazmak. sadece yazmak diyorum.. o halde başlayalım.