Kayıtlar

Temmuz, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

sıfır noktası

Resim
denize sıfır noktası. hangi yönden estiğini bilmediğim rüzgar iyot kokusunu tüm hücrelerime dılduruyor. depoluyor adeta. lakin uçucu bir gaz gibi yitip gidecek tüm bu kokular, duygular. bunu bilmenin hüznü mü yoksa aradığımı mı bulamamanın kederi mi içimdeki üç günlük sıkıntı? kurulmuş bir oyuncak ya da programlanmış robot gibi her gün denize gir çık, bahçede çekirdek çitleyip kitap okumakla geçen birbirinin aynı günler. bir tek işte denizin içinde kulaç atarken ya da denizin şefkatli kollarında hareketsiz yatarken iyi oluyorsun. hiç bir şey umrunda olmuyor. huzurla mutluluk karışımı bir duygu içinde dolanıyor. ama işte her vakit, her saatte denizin içinde olamıyorsun.

tahammülsüzleştim - 2

Resim
insancıkların kör gözün parmağına seni yok sayarak ama aptal yerine de koyarak irili ufaklı şark kurnazlıklarına, bulunduğu ortamda (denizde, sitede, kafede) kendisinden başkası yokmuş gürültücü, sulu, umursamaz, bencil ve davar tavırlarına, küçük iyiliklere elle, kafayla yahut minik bir tebessümle karşılık vermek yerine robot gibi yoluna gidenlere, etrafı kirletenlere -ve artık buna ses çıkarmayanlara- bir kereden bir şey olmazcılara, yazlık yer nasılsa deyip dumanına ayrı kokusuna ayrı küfür ettiren, balkonda oturtmayan mangalcılara karşı aşırı tahammülsüzüm. yay gibi gerginim. orhan boran gibi hazır cevabım ibrahim. tahammülsüzleştim-1

oyun

Resim
kırk derece temmuzunda oturmuş oyun oynuyor amcalar. toplamda yedi masalar. birinde okey oynuyorlar. diğer altısında kağıt oyunu dönüyor. batak, ellibir, pişti. karşı masada, yelpaze gibi açtığı kağıtlarla sıranın kendisine gelmesini bekleyen gözlüklü, beyaz tişörtlü bir abiyi beni izlerken yakaladım. ona baktığımı görünce gözlerini kaçırdı suçlu suçlu. her masada en az bir yancı var. söz verilirse konuşuyorlar. ayrıca beş dakikada bir yeni müdavimler geliyor ortama. ya dördüncüyü bulup yeni masa açmak ya da masalara yancı olmak için. mekanda bir masada tek başına oturan ben varım. şehre yeni gelen yabancı misali. oysa plajda yemek için bir kaç para yiyecek hazırlatmak tek amacım. bilmiyorlar. kırk derece sıcağında çift bazen şen kahkahalar. bazen sinirli sitemler. soğumamış küfürler. eli kaybetmenin verdiği bahaneye sığınmalar. okey, papaz, pişti. vişne çürüğü masa örtüsüne sert vuruşlar. arada yan gözle bana bakıyorlar. ben de hayretle onları izliyorum. neden sonra mekanın sahibi gel

hep aynı

Resim
hep aynı insanlar. hep aynı araçlarla hep aynı saatte denize gidiyorlar. her gün. her gün. sıkılmıyorlar mı hiç? sonra düşündüm aşağı yukarı ben de hep aynı saatlerde gidip dönüyordum. sıkılmıyor muydum? bazen, hem de nasıl. ama istanbul’un nemini, kirini ve gürültüsünü çekeceğime denize girer çıkarım dedim. denize gider gelirim. yorulurum belki ama o tuzlu su yok mu? o tuzlu, mavi su. şifa ötesi benim için. beni yakından tanıyanlar annen göbeğini denize mi attı senin? diyorlar gülerek. ben de gülüyorum. ama anneme de sormuyorum. hep aynı saatte farklı sahillere gidiyorum. her gün. her gün.. 

son iyilik

Resim
felaket tellalı gibi çalışan haberleri dinleyip orantısız benzetmelerimi duydukça şu an esen rüzgarın bize son bir iyilik yaptığı düşüncesine sahip oluyorum. yine ve hakeza; akşamın alacasında balık avlamaya çalışan ergenlerin, elinde bim poşeti çöp dökmeye giden emekli amcaların, her akşam siteye üç beş dakikada olsa klarnet resitali sunan görünmez abi ya da ablanın gelmekte olan sıcaklarla benim kadar alakadar olmadığını düşünüyorum. sanki bir ben, bir de yanıp sönen site bahçesinin titrek lambası bu kadar dertliyiz. bizim dışımızda herkes rahat herkes işinde gücünde ekmeğinin derdinde gibi. kimse adını anmak istemediği ölümcül bir hastalık gibi yahut yemin etmişçesine sözünü dahi etmiyor. hatta düşüncesini bile aklından geçirmiyor. konuşulan mevzular; karpuz kaçaymış? ekmekler taze miymiş? su soğuk muymuş? senin kız ne vakit doğuracakmış zehra? halbuki bu serin yaz rüzgarını çok arayacağız bir kaç güne çok. benden yazması.,

siyah kuzu

Resim
galler prensesini pek tanımazdım magazinsel haberler dışında. günahını, sevabını bilmem. ama güçlü, pozitif bir aurasının olduğunu söyleyebilirim uzaktan. bu sabah haberlerde işte; bilmem kaç yılındaki polo müsabakasında giydiği ve açık artırmaya çıkarılan kazağından bahsettiler. kuzu desenli, kırmızı beyaz kazaklı fotoğrafını gösterdiler.  bir kere şunu söyleyeyim; kırmızı diana’ya çok yakışıyor. sonra da ingilizlerin müthiş analizleri, teorileri sanki lost ya da dark dizisini çözümler gibi. efendim kazaktaki bir kuzu dışında tüm kuzular beyazken sahiden de o bir kuzu siyahtı. bunun mesaj olduğunu ve diana’nın kraliyet ailesindeki müthiş yalnızlığını simgelediğini söylüyor bir taraf. böyle kinayeli bir mesaj içermediğini söyleyen diğer taraf ise beyaz kuzuların yüce gönüllüğünü yansıttığını söylüyorlarmış falan.  öyle ya da böyle. aslında diyorum, hepimizin içinde bir siyah kuzu yaşıyor. bu ister yalnızlığımız ister huzursuzluğumuz olsun. içinde bulunduğu hayata, dünyaya yabancı. bir

zeytinyağı ve deniz kestanesi

Resim
her kahramanlığın bir bedeli vardır! benimkisi de deniz kestanesi batması oldu. detaya girmeye gerek yok. sonunda sevindiğim ama beni ciddi biçimde etkileyen bir olayın içinden ayak parmaklarımda beş adet kestane iğnesiyle çıktım. geçmiş yıllardan tecrübeliydim. ama olayın sıcaklığıyla kestane battığını anlamadım. farkına çok sonradan vardım. iğneler bayağı gömülmüş. en yakın hastane arabayla 45 dk uzakta. araştırdım. sirkeli sıcak suda 20 dakika bekletmek de sabunlu suyla yıkamak da fayda etmedi. zeytinyağı iyiymiş. hatta üniversitede kızların çıkma teklif etmesi gibi kendiliğinden çıkıp gidiyormuş. en yakın markete gidip en natürelinden ve sızmasından ve tabi ki en ucuzundan zeytinyağı aldım. kasadaki eleman zeytinyağının fiyatını görünce sesli söylendi. “ulan dedi bir kestane için en pahalı zeytinyağını almışım. ucuzu varmış ya” dedi yan kasadakine bakarak. ben de atladım hemen tabi. - işe yaradı mı bari? - 2-3 tanesini çıkardı abi deyince iade etmekten vazgeçtim. yutupta kanal d do

özhakiki dejavu

Resim
geçen yıl. bu zamanlar. temmuz. yine bir cumartesi sabahı. marketin açılmasını bekliyorum denizin içinde. dalgaların çıkardığı seslerini dinliyorum. iyot kokusunu içime çekiyorum. mavinin elli tonunu hafızama nakşediyorum. kaynağı belli olmayan su usul usul akıyor. fotoğrafını çekiyorum yine. bilinçli bir dejavu yaşatıyorum kendime.

asabiyiz çünkü var bi’mazeretimiz

Resim
erkekler daha çok sinirli sanki bu kırk derece temmuzunda. babalar, dedeler ve oğullar. erkekler zaten öfkeli!  haydi diyor “piştim arabada ne oyalanıyorsunuz daha” bir büyükbaba torunuyla ön koltukta oturmuş hanımıyla kızını beklerken. sonra bir baba denizde ergen oğlunun kafasına paletlerle vuruyor şakayla karışık. kızmış bir şeye. ama neye belli değil. “vurma kafasina rifat” diyor yabancı gelin. kafasina vürma. bir şemsiye, iki kamp sandalyesini sol omzuna yüklemiş sağında plaj çantası, kan ter içinde sanki içinden de saydırarak yürüyor gri tişörtlü ağbi. arkasında hanımı mavi bikinisinin üzerine giydiği kimonosu ve elinde beş yaşlarındaki oğluyla podyumda salınır gibi yürüyor liman yolunda. bense çaya bir ayda ikinci zammı yapanlara, çocuklarına çikolata bisküvi verip çöpünü nereye atacaklarını eğitmeyen belli ki kendi de eğitilmemiş sahili ve denizi el birliğiyle kirleten kifayetsiz muhterislere kızıyorum, asabiyet yapıyorum bu kırk derece kaynarında. ama çayımı demliyorum, ilk yu

sahilde kafka bahçede dostoyevski

Resim
insan beyni bir acayip. ya da sadece benimkisi sevgili ibrahim. olay şu; kablosuz kulaklıklar zararlıymış. çok fazla radyasyon yayıyormuş. uzun süre kullanılmamalıymış falan. geçenlerde bir yakınım tekrar etti. aman dikkat falan filan. kırk kere söylenmedi ama yine de kalıcı bir etki yarattı bu kamu spotları bende. şöyle ki; sahilde kablosuz kulaklık kullanıyorum. bahçede çay içip kitap okurken kablolu. kendi göYnümü mü yoksa ellerin gönlünü mü eyliyorum. bilemiyorum. lakin çatım birip de yeni çay doldururken çok zorluyor bu kablolu, ibrahim. çok!

giz

Resim
şimdi size bir sırrımı vereceğim. ve bu sır olmaktan çıkacak,  ha kahir ekseriniz önce çok meraklanacak acaba mithad efendi gene ne yumurtlayacak diyecek içinden. ama ve lakin; sırrımı öğrenince kiminiz burun kıvırıp kiminiz dudak bükecek. hı! sır dediğin bu muymuş? diyecek. küçümseyecek. yürü git işine mithad deyip kızacak hatta. çok azınız -ki onlar da asla müziksiz olmaz diyengiller- ben zaten biliyorum ki diyecekler. onların da çok az bir kısmı belki bir kişi aa bilmiyordum. iyi oldu bu diyecek. ben tabi bunları bilmeyeceğim. sadece tahmin yürüteceğim. belki çoğunda da yanılacağım. ama birazdan söyleceğim sırrımı her pazartesi yapmaya devam edeceğim. ve benim gibi bir ayin ya da merasim yapar gibi her hafta bu eylemi gerçekleştirenlerle müzik kardeşi olduğumu düşüneceğim.  sır mı? her pazartesi spotify’da yenilenen haftalık keşif listesini baştan sona dinliyorum. ve bloga koyduğum şarkıların yüzde seksenini buradan seçiyorum. işte bu haftanın şarkısı; chien noir - lumiere bleue

wonderful life

Resim
its e vandırful vandırfıl layf diyor kethie meluda sabahın sekizinde. ben nereye, kime küfredeceğimi bilemiyorum. buraya yazamayacağım ve yazmak istemediğim cümleler içimde bir yerlerde patlıyor. bu sefer son dediğim kaçıncı haykırışımdı oysa. ama bu sefer son. ve neyse ki rüzgar serin serin esiyor canım viktor. yoksa ….. olmak içten bile değil sözünü tamlayacak fena kelimelerim var zulada. fena.

kerberizm and wimbledon and alcaraz

Resim
vinbıldın başlamış. trtspor’da şilili jery ile ispanyol carlos alcaraz’ı izliyordum. tvyi açar açmaz jery’nin bir hareketine tilt olup otomatikman alcaraz taraftarı oldum. kısa topsever alcaraz da anasının gözü çıktı ha. cevval bir oğlan. bekentler forentler fena. çok fena.  1-1 devam eden setlerde, 4-1 alcaraz’ın oyun üstünlüğünde yayını trtspor.com.tr’ye attılar. ev sahibimin televizyonunda o kanal yoktu telefondan da izlemek istemedim. 9 yaz öncesine bana tenisi sevdiren kadına gittim. şimdi ne yapar ne eder bilmem. söz vermiştim oysa takipçisi olacaktım. gerçi kort tenisi denince hala angelique kerber geliyorsa aklıma çok da vefasızlık etmiş sayılmam sanırım. . foto: tennisnet.com

denizde ve karada

Resim
kocalar, bütün hınçlarıyla kumu kazıp 210luk plaj şemsiyelerini sağlam kazığa oturtmaya çalışıyorlar. kadınlar, otuz faktör güneş kremini sürünürken bir yandan kocalarıyla gurur duyuyorlar. çocuklar, etlerinden et koparıyorlarmış gibi çığlıklar atıyorlar. ellerde şemsiyeler, omuzlarda sandalyeler karınca gibi bir sağa bir sola hareket halindeler.  tüm bunlara karşın mavi deniz sakin. deniz kuşatıcı. deniz bıyık altından gülümsemeci. insanoğlunun bu telaşına, dağınıklığına ve yaygaracılığına hem şaşkın, hem üzgün. karada, sivas kangalından hallice karabaş köpeği önlerine konan yemeğe ortak olmak isteyen hafif siklet tony’e hırlıyor. uzak tutıyor. oysa kendi de kyemiyor. karnı tok. onlara yemek verenler az evvel çim biçme makinesine benzer aletle çift sürdürdükleri küçük bahçelerine kendi domates biberlerini ekmek için belliyorlar. yabani otları temizliyorlar. adam artık hep burdaymış. yeni emekli olmuş. dünden beri bahçede çalıştı da çalıştı. yer parkelerini sildi. duvar çitlerini onard

benedetti’nin molası ve mithad selim’in yorumhanesi

Resim
mustafa çiftçi’nin bozkırda altmış altı’sı bitti. mario benedetti’nin günlük biçiminde yazılmış ilginç romanının henüz başındayım. ama tıpkı pessoa’nın huzursuz soares’i gibi bir kaç aya emekli olacak muhasebeci martin’le de benzeş yanlar bulup özdeşleşiyorum. triplere giriyorum falan.  kitap bitince kıyılar mutedil’de detaylı yazarım belki. ama asıl demek istediğim bizim emekli martin’i okurken kıyılar mutedil’de tesafüfen açılıp tekrar kapatmadığım yorumhane için gelen yorumlardan sonra kitabı okurken düşündüm. tamam yorumlar yanlışlıkla açıldığı gibi tekrar kapatabilirdim de. ama yapmadım. tekdüze geçen ve hala alışamadığım emeklilik günlerine renk gelsin, hareket olsun kireçlenme olmasın diye sanırım. hakeza inanmasam da demokrasi faktörü var bir de. her vakit var olan kapatmak için oluşan sebeplerimin bu kez açmak için olanlardan kıl payı da olsa sayıca az olunca koy verdum gitti kazım koyuncu gibi. ha şimdi denilebilir ki o vakit bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. orasının yorumu

triatlon

Resim
triatlon derler üçlü bir yarış. 35 derece temmuzunda. gencecik çocuklar diller bir karış dışarıda. çölde su arar gibiler. bir jandarma eri. tam kamuflaj giyinmiş o da yaz sıcağında. yazık! üç kırmızı dubayla yolu kapamış. her zaman gittiğim sahile gidemiyorum.  yasak diyor beyim. bugün yarış var.  peki nasıl ineceğim sahile? arka yolu gösteriyor.  teşekkür ediyorum. iyi günler diyor.  sahil bugün kaba dalgalı. deniz hırçın. rüzgar üç ila beş kuvvetinde. yer yer keşişlemeden. dalga boyu 0,5-1 metre. ama vuslatıma mani değil. 

değişim

Resim
değişiyor her şey. herkes. zaman. mekan. hayatın bizatihi kendisi. değişmeyen değişimin kendisidir diyenlere selam olsun. birbirinin kopyası gibi duran, aynı gözüken günler de işler de işyerleri de değişik. hatta biraz da yabancı bana şimdi.  her zamanki gibi karganın kahvaltısından önce geldim ofise. çayı koydum. demlenmesini beklerken radyoyu açtım. anlamını bilmediğim şarkılar çalarken baştan aşağı kapalı, soluk gri perdelerden gözüken semtin silüetine bakıyorum. bir hayalete bakıyor gibiyim. tek tük uçan martılar. korna sesleri. ışıksız aydınlatma direkleri. daha yukarılarda yüksek gerilim hatları. onların üstünde bembeyaz bulutlar, varla yok arasındalar. elimi uzatsam tutamam. sıradan yaz günleri gibi ilk bakışta. uykunun tam alınmadığı, ayakların sürünerek gelindiği her zamanki gibi sıcak bir mesai sabahı. ama öyle değil aslında. eskiden yani tam on bir yıl önce, haftanın beş günü bilfiil geldiğim bu yere artık haftada bir geliyorum. hem tanıdık hem yabancı geliyor bazen. karışık

üç temmuz

Resim
akşam. 20:59. balkondayım. bir uzaklara, denizden yana bakıyorum. bir inşaatın tepesindeki küçük küçük adımlayan kuşlara. adanın ışıkları ege’deki kıyı kasabalarınki gibi mavi fonda sarı sarı göz kırpıyorlar. kuşlar daha yavru. uçuş denemelerinden önceki son adımlamalarını yapıyorlar. dünkü muhteşem dolunay yok. hatta ortada ay falan yok. ama şimdi tatlı tatlı esen rüzgar bugünün en şahane hareketi olarak kayıtlara geçiyor. yarın allah kerim..

kurtar bizi baba!

Resim
bu ülkede doğrular hep söylenir hep konuşulur ama hiç yapılmaz. çünkü bu ülke; dün dündür bugün bugündürlerin ülkesidir. verdimse ben verdimlerin ülkesidir. anayasayı bir bir kere delmekle bir şey olmazların ülkesidir. az evvel instagramda 5 n 1 k’nın efendisi cüneyt özdemir’in programına katılan rahmetli recep yazıcıoğlu’nun sözlerini dinledim. mideme kramplar girdi, aklım karıncalandı, dişlerim gıcırdadı. lakin sadece üzülmekle yetindim. çünkü adam haklıydı. çok haklıydı. yıllar yıllar evvel söyledikleri aynıydı. hiç bir şey değişmiyordu hükümetler haricinde. gerçi şimdi o da değişmiyor. bir masalın peşinde sürükleniyoruz. yazıcıoğlu’nun da dediği gibi halk çünkü bir kurtarıcı bekliyor. kılını kıpırdatmıyor. talep etmiyor. demokrasiyi, hukuku kendine göre yontuyor. bana dokunmayan bin yıl yaşasın diyor. ben maaşımı dolarla almıyorum ki diyor. diyor da diyor. ben niye dertleniyorsam. istanbul’un yeterince nemi var zaten. hak ettiğimiz gibi yaşıyoruz işte.. 

taşraya övgü, şehir kurnazlığına sövgü

Resim
büyükşehrin bu taşra sakinliğine bayılıyorum. beş altı gündür gitmenin azap olduğu yerlere arabayla iki dakikada varmak, market ve alışveriş merkezlerindeki sakinlik, sokaklardaki terk edilmişlik hissi diyorum paha biçilmez. çok değil bir iki gün sonra kalanlar olarak uyanacağız bu tatlı rüyadan. keşke hiç bitmeseydi diyeceğiz. gidenlerle de gitmeyenlerle de bu dokuz günlük fakir saltanatının muhabbetini edeceğiz. sonra yine büyükşehir telaşına düşeceğiz. ama biz şehirde kalanlara üçüncü sınıf vatandaş muamelesi çekenleri iyi anmayacağız. her daim taze meyve sebzesi eksik olmayan hipermarketlerin boş vermişlşğini mesela. yahut yemek katında klimaları açıp diğer bölümlerde açmayan avm’leri falan yazacağız kara listeye. sonra her şeyi unuttuğumuz gibi bunu da unutacağız. devran dönecek. su yolunu bulacak. yazılar yazılacak. kitaplar okunacak. hayaller kurulacak. yıl bitecek. yıl başlayacak. sıcaktan, nemden ve kalabalıktan şikayet edilecek. o küçük hayat özlemi hep devam edecek.