öpçe sadi



ben kucağımda asılı duran kitapla öpçe sadi’ye üzülürken bembeyaz bir martı gibi süzülen devasa bir uçak büyük gürültüyle üzerimden geçti. güneybatı yönünde giden uçağın varış noktası hakkında tahmin yürütmeye çalışırken kulağımda anlamını bilmediğim hüzünlü bir şarkının çaldığına da o vakit uyandım. 
peki öpçe sadi kimdi?
altı yıl aradan sonra yeniden okuduğum mustafa çiftçi’nin bozkırda 66 kitabının üçüncü hikayesinin baş karakteriydi. çiftçi’nin handan yeşili’de güzeldi ama ensesi sararmış adamlar hikayesi farklı vurdu beni. öyleki eşinin ölümünden sonra toparlayamayan profesör namı diğer çıbık haydar ölecek diye beklerken küt diye çocukluk arkadaşı taksici sadi gitti. hem de ne gidiş. kursağa bir yumru bırakıp göz pınarlarını dolduran bir gidiş. oysa çok az kitap, çok az yazılı hikaye beni bu denli etkilemiştir. filmlerdeki görsellik sayesinde duygulanma eşiğim daha düşüktür. ama çiftçi’nin bu hikayesi. dedim ya farklı vurdu beni. 
yıllar sonra bir araya gelen iki eski arkadaş; taksici öpçe sadi ve profesör çıbık haydar. onlarla birlikte ben de balığa gittim. hiç tanımadığımız evden gözleme alıp yedim. yine onlarla cevizli pınardan avuç avuç su içtim. hikaye öyle gerçekçiydi ki. öyle düşünceli. ve yer yer komik.. belki de gerçektir. bilemiyorum. en azından ben öyle hissettim. 
ezcümle; öpçe sadi hakkın rahmetine kavuştu. çıbık haydar’ın sıkı sıkıya tutunduğu dal bir kez daha kırıldı ve far ışığına tutulmuş tavşan gibi kalıverdi ortada. 
son tahlilde sanki bir ibrahim sadri şiirini yine şairden dinler gibi etkilendim bu hikayeden. belki de ben duygusal bir günümdeydim. bilemedim şimdi.. bildiğim okudukça dahacda öok seviyorum mustafa çiftçi hikayeciliğini..

Bu blogdaki popüler yayınlar

başlarken

olağan şüpheliler

tahammülsüzleştim - 2