Kayıtlar

2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

beklemek

Resim
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz. biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız.   ömrümüz diyorum zaten hep bir şeyleri beklemekle geçiyor sevgilim.  mezun olmayı, işe girmeyi, askere gitmeyi, sevgiliye kavuşmayı, emekli olmayı, terfi için patronla konuşmayı, küstüğümüz yarin aramasını, havaların ısınmasını, yağmurun yağmasını, 48T’nin gelmesini, çayın demini almasını, beşiktaş’ın şampiyon olmasını, fırından taze simitin çıkmasını, sakin bir sahil kasabasına yerleşmeyi, ortancaların boy vermesini, bir türlü yazamadığın romanın giriş cümlesini… derken önce trenin homurtusu duyuldu. sonra mekanik kadın sesi gelecek trenin sekiz vagonlu olduğunu ve kırmızı bölgelere ilerleyerek orada beklememizi söyledi.  şimdi işte; kırmızı bölgede, sarı çizginin önünde bekliyorum..

üçüncü

Resim
yaz geldiğinden beri sabah kahvaltımı yeşil çayla yapıyorum. sonra dokuzda şirketin siyah çayı geliyor. bir. iki. genelde iki bardaktan fazla içmiyorum. sanki bir kuralmış gibi. neden bilmiyorum. ama az önce hamiyet hanım ikinci boş bardağı alırken “ister misiniz” diye sordu. istedim. bu sabah üçüncü bardak çayımı içiyorum. belki dördüncüyü de içerim. kim bilir? 

bazı yollar

Resim
  bazı yollar diyorum: yalnız yürünmemeli.. .,

bazı şarkılar diyorum

Resim
bayım, dinledikçe sanki insanın ciğerine dikenli tel dolayıp da çekiyorlarmış hissi veriyor. bazı şarkılar... . muharrem arslan - hoşçakal demedim

hayatın pause tuşu

Resim
dün spotifyda bir şarkıyı yarım bırakmışım. farkında değilim. ama akşam ve bu sabah o şarkının nakaratı bilinçsizce beynimde dönüp durdu zaman zaman. dün izlediğim bir film hakkında yazacaktım aslında. oturdum. spotify açtım. dünkü yarım şarkı, kaldığı yerden çalmaya başladı. düşündüm. zaman zaman düşünürüm böyle! hayatın da bir pause tuşu olsa böyle. çok yorulduğunda bunaldığında, eşinle dostunla arkadaşlarınla sorun yaşadığında falan dondursak. biraz dinlenip yeniden “olanlar hiç olmamış gibi” ve şarkıda olduğu gibi kaldığı yerden devam etsek diyorum ne güzel olur. ne güzel?

neşet baba

Resim
üçüncü bayram günü. haziran 18. mevsim normallerinin üstü bir  sıcak. trt2 de çukurova devlet senfoni orkestrası, bir kadın ve kasketli bir adam neşet ertaş türküleri söylüyor. kâh oynuyoruz. kâh efkârlanıyoruz. balkan coğrafyasının hala anlamlandıramadığım çekiciliği gibi türküler de beni içine içine çekiyor. sanki telepatik bir kuruyorlar içimde bir yerde. seviyorum nitekim..

gelecek istasyon

Resim
istanbul boşalmaya devam ediyor. sabahın yedi buçuğunda seyahatini bugüne bırakanlar ve bavullarıyla sabiha gökçen’e giden bir metrodayız. hayır hayır kinaye yok. yergi yok. gidenler ve gelenlerle ilgili en ufak olumlu olumsuz yargım yok sevgili kardeşlerim. sadece tespit var. kulağımda melike şahin var. dün akşamdan bugüne bu haziran serinliğini bahşedene şükür var. anneye özlem var. karışık düşünceler var. nihayetinde devrik cümleler var.

oynama, şeytan doldurur selahattin!

Resim
bizim durağın gediklisi bu arkadaş. her sabah durak etrafında olur. ya şimdiki gibi demir tahtta keyif yapıyordur. ya da kendisi için bırakılan nevaleyi atıştırıyordur. bugün karnını doyurduktan sonra saçları az, konuşası çok abiyi kaldırıp yanıma kuruldu. bir iki esneme hareketinden sonra da boylu boyunca uzandı.  az saçlı abi;  - görüyor musun beni kaldırdı kendi oturdu dedi.  durakta üçümüzden başka kimse olmadığı için üzerime alındım ve cevap hakkımı kullandım. - mekanın sahibi olur. her sabah burada dedim. abinin konuşası çoktu. güncele girdi hemen;  -keşke, köpeklerde bunlar gibi uysal olsa gibi bir şey dedi. uzatmamak için “öyle” dedim. ama abinin susası yoktu ağustostan rol çalan bu haziran sıcağında. cuma vaazı moduna geçti bu kez.  -bunlara su, mama veriyorlar. bu da bir çeşit sadakadır aslında dedi bana doğru.  ses etmeyip başımla onay vermeyi düşünürken abinin otobüsü geldi neyse ki. kediyi, beni her şeyi unutup otobüse seyirtti apar topar. ben de bu fotoğrafı çektim günün

rebus

Resim
ingiliz polisiyelerini seviyorum dostum. daha doğrusu polisiye süsü verilmiş dramalarına bayılıyorum. asla bir arka sokaklar yapmadıkları kesin! dramayı müthiş yediriyorlar senaryonun içine. severek izliyorum yani. tıpkı broadchurch,  line of duty, hinterland gibi rebus’ı da sevdim daha ikinci bölümden. evet.

security

Resim
sarı saçlarının altına giydiği beyaz gömleği ve gri pantolonuyla tabureden hallice bir koltukta oturuyor. gelen müşterilerin x-ray cihazına koyduğu çantalara bakıyor. çantasını koymayı unutanları uyarıyor. avm içinde adres soranlara yer tarif ediyor. canı istediğine hoşgeldin diyor. istemediğinde hiçbir şey demiyor. çıkış yerine giriş kapısına yönelenlere doğru kapıyı gösteriyor. kimsenin geçmediği zamanlarda ise futbol takımı kalecisinin yalnızlığını yaşıyor.  düşünüyorum da; o şekilde kuru bir taburede saatlerce oturmak benim yapabileceğim, katlanabileceğim bir şey değil. doğrusu onun yerinde olmak istemezdim. o benim yerimde olmak ister miydi emin değilim! bir iki kez yukarıdaki kafeden onun olduğu bölgeyi izlediğimi gördü. fakat başını telaşlı bir şekilde diğer yana çevirdi hemen. cumartesi sabahı bir avm’nin kafesinde kulağında kulaklıklar, başıboş oturmayı kafasında kırk tilki etrafı izlemeyi ister miydi acaba? .

alışamadım tonton

Resim
bugün sanki istanbul’un en sıcak mayısı. annemin eczane ve market listesi. kafamdaki tilkilerin birbirine teğet kuyrukları ve çizgilere basmadan yürüme alışkanlığım. metro serinliğinin cennet vadisine dönüşmesi. bir boş koltuk için tetikte bekleyen ablalar. metro merdivenlerinde iyi ki gördüm senili sıcak sarılmalar. istasyonun kör noktasında french kiss denemesi yapan liseliler. ve sonra metroya giden yol üzerindeki emekli abilerin devleti kurtarmaları, ballı kesimlerin hep aynı okuldan mezun olması meselleri. yine aynı yolda benim tersine dejavularım dün ileriye gittiğim yolları bugün tersinden dönmelerim. sanki bir zaman makinesinden geçmiş gibi bugüne ve bu yere alışamayışlarım.     bugün diyorum; sanki tüm zamanların en sıcak mayısı doktor. en sıcak..  

hangi birini düzelteceksin ah oğlum?

Resim
çayırova özlemturmuş adı. sakarya’dan kartal’a kadar gidiyormuş. iki buçuktaki servisine son iki yolcu olarak son anda yetiştik. annemi beş numara olarak hemen kapı girişine oturttu kaptan şoför. bana arka dörtlünün ortası kaldı. sol köşede kulaklık olmadan facebook ya da instagramdan arapça bir şeyler dinleyen bir insan evladı, sağ köşede güneş gözlüklü genç bir kadın vardı. 1.5 saatlik yolda sırtımı yaslayıp rahat gitmek için bir tarafa yanaşmak zorundaydım. ayaklarım uzun olduğu için koridor önündeki, genç kadının yanındaki koltuğa yerleştim. çantamı ve ceketimi solumdaki boş koltuğa koydum. minibüsü el cezire tv’ye çeviren abiye kulaklığın yok mu oğlum bakışı attım bir kaç kez. ama herifin umrunda olmadı. başka vakit olsa dalardım. lakin üç koltuk ötemde oturan annemin trafikte celallendiğim zaman bana söylediği kulak küpesi aklıma geldi. “hangi birini düzelteceksin ahh oğlum?” hangi birini düzeltecektim. sol yanağımı uzatıp kendi kulaklıklarımı taktım. mümin sarıkaya’dan ben yorul

dark matter

Resim
paralel evren olsun çamurdan olsun müdür. seviyorsam demek ki. nerede görsem oturur izlerim.  dark matter dizisi de öyle oldu.  dizimiz, standart ve klişe olarak başladı ilk iki bölüm. ama dedim ya seviyorum.. fizik profesörü. schrödinger. kedi. kutu, mekan ve zaman değiştirme anahtar kelimelerimizken ben dünkü bölümde fizik profesörünün oğluna verdiği nasihata takıldım.. sevdiğine açılmayı düşünen ergen irisi evladına asla ve kat’a diye öğüt verdi fizik babası. “ilişkiler bir anlamda pazarlıktır. ilk söyleyen kaybeder oğlum. az kalıbının adamı, az da cool ol” dedi. anası ağzı açık biçimde yavrusunun babasına baktı, oğlu babasına ikna oldu falan.  şimdi yalan yok; ben bu dünya tecrübelerimle fizik profesörüne hak verdim. ilk söyleyen, çok seven hep kaybediyor çünkü. bilimi, matematiği var mı bilmem ama 2+2=4 gibi bir şey bu. kimse kıvırmasın ve kımıldamasın şimdi. insanız olm sonuçta. azıcık ilgi, sevgi gördü mü kıçımız tavana vuruyor, şımarmanın sınır çizgileri fersah fersah aşılıyor.

yorgun muyuz yoksa bıkkın mı mükremin?

Resim
“çayınızı getirdim” dedi. masama bırakırken de sordu; “siz mi aramıştınız? “ yok aramadım dedim.  evet geçmişte hep bu vakitler aradığım doğrudur. öğle yemeklerinden hemen sonra çay istedim. ama artık aramıyorum. biliyor, yemek sonrası çay sevdiğimi. ben istemeden getiriyor. patronun her sabah gelen kahvesi gibi. ama bunun müdürlükle, amirlikle ilgisi yok. neyse ayrı bir mevzu bu. asıl varmak istediğim yer başka çünkü.  hayat yolunda diyorum; çetrefilli bir çok şey hep bizi bulmasa, insanın çiğ süt emmişi hep bize denk gelmese, ne bileyim işte aşılmaz dağ gibi görünen işler, durumlar böyle sabah kahvesi, öğlen çayı gibi kendiliğinden önümüze gelse bazı bazı. hoş olmaz mı sevgili mükremin?  tamam eyvallah, her zaman böyle olmayabilir ama diyorum bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirken hani. arada bir yaz yeli gibi şans ya da kısmet bizim de saçımızı okşasa fena mı olurdu diyorum. bilmem ki çok şey mi istiyorum?

teşbih

Resim
paylaştığım fotoğraflar biraz bana benziyormuş... en azından O öyle görüyormuş. bu fotoğraflardan kendimi anlatabilirmişim... çünkü denizi, gemileri, açık alanları ve mavi tonlarını çok seviyormuşum. bu çok belliymiş. ve ben de deniz gibi olabilirmişim; bazen sıcak, bazen serin. bazen fırtınalı bazen sakin ve bazen heyecan verici.. … .. olamaz mı? olabilir.

sıfır noktası

Resim
 bostancıda denize sıfırım sevgili ibrahim. hani üşenmesem ve utanmasan hemen şimdi elbiselerimle girerim bu emektar ve yaşlı marmaraya. üstelik rüzgar öyle tatlı esiyor, dalga sesleri öyle teskin edici modda ve güneş en şefkatli ayarında bedenimi sararken, gönül sanki yareler içinde. iniş takımları sorunlu ve acil iniş yapmak için uygun yer arayan boing 737 gibi davranıyor. ama herkes biliyor ki böyle bir aciliyet yok. ölümcül bir durum da. ama ve lakin bu şımarıklık da değil. bildiğin iç karışıklık. hep dediğim gibi; sovyetler birliğinin dağılmadan osmanlı’nın parçalanmadan evvel ki halleri sanki. ve çünkü ölmeden dirilinmiyor. en dibi görmeden yüzeye çıkılmıyor sevgili ibrahim. biliyorsun ve diyorsun ki; bırakalım bu beylik ve klişe lafları mithad selim, sadede gelelim. gelelim de saded nerde, saadet ne, mutluluk kim ibrahim? suzan hanım bazı insanların hamurunda aşk yoktur. onlar ömrü billah aşık olamazlar demişti. düşünüyorum da benim de hamurumda mutluluk yoktur. olamaz mı? olabi